6 Aralık 2009 Pazar

THE COTTON CLUB (1984)


Caz'a doyacağınız bir film...

Caz Müziği ve dans eşliğinde sürükleyiciliğin yitirilmemesini sağlayan The Cotton Club, hikaye açısından oldukça cılız bir film. Bir gangster (mafya) filmi olmasına rağmen elle tutulur bir sahnesi yok. Cotton Club’ın ne kadar eğlenceli bir yer olduğu ise filmden belli oluyor. Francis Ford Coppola’nın yönettiği filmin en güzel ve izlenesi yanı, Sandman Williams karakterinin ve kardeşinin yaptığı dans gösterileriydi. Ayak hareketleriyle çok hoş bir görüntü oluşturuyor. Caz müziğiyle renklenen filmin en can alıcı sahnesi de zaten bu dans eşliğinde sunulan öldürme anları...


Oyuncular iyi oynamasına rağmen yine de oyuncuların performansı, filmi vasat kılmayı engellemiyor. Film, Cage'in ilk filmlerinden birisi. Nicolas Cage, filmde karşımıza yan bir rolde çıkıyor. Yükselmek isteyen bir mafya adamını, gözü kara bir katil’i başarıyla canlandırıyor. The Cotton Club, 1928’deki dönemin havasını izleyiciye kusursuzca yansıtıyor. Kadroda Richard Gere, Bob Hoskins, Diane Lane, Gregory Hines gibi güçlü oyuncular var. (Ayrıca (Ekşi Sözlük’ten alıntılıyorum); film, Paramond şirketi ve Coppola’nın en başarısız filmlerinden birisi. Film çeşitli skandal ve problemlerin ardından çekiminden ancak üç sene sonra vizyona girmiştir. Vizyona girdiğinde de istediği başarıyı elde edememiştir.)

3 Aralık 2009 Perşembe

IT COULD HAPPEN TO YOU (1994)


“Bir polis. Bir garson. Bir piyango bileti...”

1990’lı yıllarda çekilen romantik-komedi filmlerine örnek verilebilecek türde olan ‘Size de Çıkabilir’, insanın içini ısıtan keyifli bir film. Şehir efsanesi olarak bilinen fakat gerçek bir hikayeye dayanan film, iyi yürekli insanların ve mucize gibi görünen olayların hala dünyada var olabildiğini güzel bir dille anlatıyor. Filmin en dikkat çeken yanı, Nicolas Cage’in özellikle 90’lı yıllarda oynadığı hafif komedi türündeki filmlerinin hepsinde görülen içtenliğin ve samimiyetin bu filmde de olması. It Could Happen to You, izleyici bir anda içine çekiyor. Ve insanlar, filmde yaşanan olayları yüzünde bir gülümsemeyle seyrediyor. Bunda yönetmen Andrew Bergman’ın payı büyük.


“Para hakkında değil. Hayat hakkında bir film.”


New York’da yaşayan, Polis Memuru Charlie Lang işini seven, cömert bir adam olmasına rağmen karısı Muriel, bir manikür salonunda çalışan, kocasının aksine kibirli, bencil ve sürekli yaşadığı hayattan şikayet eden biridir. Garson Yvonne Biasi da oldukça sıcakkanlıdır. Bir türlü boşanamadığı kocası kredi kartıyla oniki bin dolarlık bir harcama yapınca iflas etmiştir. Charlie, Yvonne’la çalıştığı restoranda tanışır. Yanında bahşiş bırakacak para olmadığı için cebindeki loto biletine ikramiye çıkarsa ödülün yarısını Yvonne’a vermeyi vadeder...
Bridget Fonda’nın yine çok güzel olduğu, insanı, oyunculuğuyla kendisine daha bir çektiği filmde, Nicolas Cage de üzerine düşeni fazlasıyla yapıyor. Ayrıca aynı yıl yapılan ‘Trapped in Paradise’ adlı filmde de oynayan başarılı oyuncu Richard Jenkins bu filmde de oynuyor. Filmde avukat rolünde karşımıza çıkan Jenkins, ‘The Visitor’ ile 2009’da en iyi aktör dalında Oscar Ödüllerine aday gösterilmişti.
Ayrıca filmin sonunda gerçekleşen olayların, yüreğinize su serpeceğinden emin olabilirsiniz.

Bir piyango bileti ile değişen hayatları anlatan bu filmi izledikten sonra kendinizi Piyango (loto) bileti alırken bulmanız işten bile değil.

KİSS of DEATH(1995)


1947 yapımı Henry Hathaway’ın yönettiği aynı adlı filmin 1995 tarihli yeniden çevrimi olan Kiss of Death ilk bakışta ünlü oyuncularıyla dikkat çekiyor. Oyuncuların performansları üst seviyede. Özellikle Samuel L. Jackson, canlandırdığı karakteri çok iyi oynamış. David Caruso’nun başrolü oynadığı filmde Nicolas Cage’i psikopat bir suçlu olarak izliyoruz. Cage, sert, acımasız ve de psikopat ruhlu karakteriyle oyunculuğuna yine hayran bıraktırıyor. Film senaryo açısından çok iç açıcı olmasa da hikayenin gidişatı sürükleyiciliğin yitirilmemesini sağlıyor. Anlattığı şeyi abartıya kaçmadan ve gereksiz sahneler kullanmadan anlatan film, keyifli bir seyirlik sunuyor. Fakat büyük bir beklentiye girerek izlenmemesi gerekli. Aksi halde hayal kırıklığı yaratabilir

1 Aralık 2009 Salı

Bad Lieutenant (1992)


(Nicolas Cage, bu filmin Werner Herzog tarafından yönetilen yeniden çevrimi 'Bad Lieutenant: Port of Call New Orleans'da başrol oynamıştır. Bu nedenle bu ilk filme dair yorumumu yazmak yerinde olacaktır diye düşündüm.)

Film hakkında söylenmesi gereken en başlıca şey, Harvey Keitel'ın kusursuz oyunculuğudur. Film tek bir karakter üzerinden işlendiği için Keitel'e büyük bir iş düşüyor. Bu bağlamda Keitel, çok iyi bir performans sergiliyor. Film eksiksiz bir suçlu portresini takdire şayan şekilde çiziyor. Bad Lieutenant'da, tamamıyla kötü bir karakter yaratılması için, Abel Ferrara elinden geleni yapmış. Yasaların verdiği gücü, toplum için değil kendisi için kullanan bir polisin her türlü kötülükle bezenmiş hayat hikayesi, izleyiciyi derinden etkiliyor.
Teğmen, uyuşturucu bağımlısı, amaçsızca kötülük yapan, suçluları cezalandırmak yerine onlarla iş birliği içinde olan, suçları kendi yöntemleriyle halleden, her şeyiyle kendisi için yaşayan bir polistir. Yaptığı şeylerden pişman olsa da yine suç işlemeye devam eder. Çünkü tek başına iyi olamayacağını düşünür. Büyük bir güç (tanrı, isa) yardım etmeden iyi olamayacağını düşünen teğmen, kötü biri olmaktan asla vazgeçmez. İyi olmak ona çok zor gelir. Halbuki kötü olmak kolaydır; o bir polistir ve kötü biri olmak için elinde büyük bir avantaj vardır. Bu kötülüğü ona zarar verse de sadece kötüdür. Ne mesleğini ciddiye alır, ne suçlulara gerektiği muameleyi yapar ne de insanlara yardım eder. Aksine işlenen suçları bile kendi lehine çevirerek zevki için kullanır. Bunun en belirgin örneği, eliyeti olmayan iki genç kızla yaşadığı sarsıcı sahnedir. Filmde din ve suç ilişkisi işlense de filmin bu yönü pek etkili olmaz. Çünkü başkarakterin kötülüğü filmin anlattığı şeyin bile ötesine geçiyor. Karakter, kızları zevki için kullanmaktan, taciz etmekten çekinmeyen birisi olduğu için tecavüze uğrayan rahibe onun için pek de anlam taşımaz.

Sonuç olarak Bad Lieutenant, Harvey Keitel'ın mükemmel oyunluğuyla devleştiği, bir insanın ne kadar kötü olabileceğini sarsıcı bir şekilde gösteren, etkileyici bir suç filmi.

TRAPPED in PARADİSE (1994)


Üç bilge adamın komedi dolu hikayesi.

Nicolas Cage’in filmleri arasında gölgede kalmış bir film Trapped in Paradise. Halbuki çok naif ve izlenesi bir film. Üç Firpo kardeşin hikayesi anlatılıyor. Kardeşlerden ikisi çeşitli suçlar işlemiş, ipe sapa gelmez hırsızlardır. Diğer kardeş Bill Firpo ise düzenli bir hayat yaşamak isteyen, iyi şeyler için çabalayan birisi. Hapiste olan kardeşlerinin şartlı tahliye olmaları Bill’in ve onların hayatını bir anda değiştirir. Kardeşlerinin oyununa gelen Bill, Paradise adlı bir kasabaya giderken bulur kendini. Bu kasabada birbirinden absürd, eğlenceli ve macera dolu şeyler yaşarlar.

Cennette Tuzak, iç ısıtan, çok sıcak bir film. Kasabada şiddetli bir kış yaşanmasına rağmen yağan Kar, insanın içini daha da huzurla dolduruyor. Zaten karlı bir kasabada geçmesi filmin büyüsüne büyü katıyor. Senaryo mükkemmel olmasa da filmin hikayesi ve oyuncuların rollerine yakışmaları filmi çok hoş kılıyor. Jon Lovitz, Dana Carvey ve Nicolas Cage çok iyi iş çıkarmış. Bu oyuncuların birbiriyle olan uyumu, filmin sıcaklığına doğrudan etki yapıyor. Filmde bazı izleyicileri rahatsız edebilecek tek konu var; o da kasabadaki herkesin iyi yürekli olması. Bu bilerek gösterilmiş olabilir. Çünkü film, ‘Paradise’ yani Cennet kasabasında geçiyor; Cennette her şey iyidir ve kötüler de değişebilir düşüncesinden yola çıkılmış olması muhtemeldir. Üç kafadar kasabadan çaldıkları parayla kaçmaya (çıkmaya) çalışsalar da aslında her denemelerinde kasabaya daha da yaklaşmaktadır. Bu ayrıntı (kasabaya olan sevgi) filmde, tıpkı karakterlere olduğu gibi izleyiciye de yavaş ama derin bir şekilde hissettiriliyor.

1990’ların Amerikan komedilerinde görülen samimiyet, bu filmde de kendini gösteriyor. Bu yönüyle film, 90’ların ruhunu çok güzel yansıtıyor. Zaten Nicolas Cage’in 1990’lı yıllarda oynadığı hafif komedi tarzı filmlerinin hepsinde aynı samimiyeti bulmak mümkün.